ASLAN KADINI


Anahtar kelime: Göstermek

Şifre: Kendimi yaratıcılıkla ifade etmeli ve başkalarını etkilemeliyim.

İlke: Yaratıcılık

Olumlu uygulama: Aşk

Olumsuz uygulama: Kibir

Özellikleri:

Kendinden emin, güvenli, dinamik, güçlü, otoriter, hükmedici, canlı, etkileyici, asil, onurlu, gururlu, övgü bekleyen, mert, cesur, lider, cömert, yaratıcı, abartılı, sevecen, neşeli, sıcakkanlı, mağrur, kendine dönük, inatçı, diktatör, kendini beğenmiş, büyüklük kompleksi, ukala, küstah, çocuksu, dikkat çekmek isteyen.Aslan burcu ateş elementidir ve sabit niteliklidir. Ateş elementi özelliklerini yaratıcı ve kültürel alanlarda gösterir. İşi ne olursa olsun yaptığı işe kendi damgasını vurur ve hepsinde biraz gösteriş vardır. Ormanlar kralı Aslan' ın kendine olan sonsuz güveni sonucunda otoritesi her zaman ve her yerde geçerlidir. Aslan liderlik isteyen, örgütlenmeye gereksinme duyulan bütün işlerde başarılı olur. Aynı zamanda çok yaratıcı olduğundan yetenekli ressamların, yönetmenlerin, oyuncuların ve tasarımcıların burcudur.Aslan burcu sabit nitelik taşıdığı için tutucu ve inatçıdır ve bir kere karar verdi mi bundan pek kolay vazgeçmez. Yapıcı fikirlere sahiptir ve tuttuğunu koparır. Büyük işlere kalkışır ama ayrıntılarla arası iyi değildir. Ufukları geniştir, büyük düşünür bu da onun cesaretini gösterir.Güneş tarafından yönetilen Aslan Zodyak'ın kralıdır. Güneş nasıl Güneş Sisteminin merkeziyse, Aslan da aynı şekilde her zaman odak noktası olmak ve tüm dikkatleri üzerine çekmek ister. Aslan insanı lider olmak için yaratıldığına inanır ve ona göre davranır. Güçlü kişiliği karşısında etrafındakiler çoğu zaman geriler. Gururludur ancak gurur duygusu başkaları üstünde baskı yaratabilir. Başkalarının yaşamını onlardan daha iyi düzenleyebileceğine inandığından, ancak karşısındaki de bunu böyle kabullendiği sürece her şey yolunda gider.

Aslan, Koç gibi doğuştan liderdir ama sabit guruptan olduğu için daha iyi örgütçüdür. Hayatta yerinin yetkili bir mevki, bir kuruluşun başı olduğunu sezgileri ile bilir. Yönetme ve liderlik etme isteğinde taleplerini hiçbir zaman küçük tutmaz. Kendisinin çok önemli olduğuna inanır. Bazen fazla küstah ve kibirli olabilir. Küçük dağları kendinin yarattığına canı gönülden inansa bile aslında çok iyi kalplidir.Aslan'ın hükmedici davranışlarının altında aslında çok yumuşak bir insan vardır. Merhametli ve sıcakkanlıdır. Aslan kalbi ve aşkı yönetir. İçten, ateşli ve tutkuludur. Dramatik olaylara ve abartmaya bayılır, konuşması ve hareketleri dikkat çekicidir. Sevildiğini ve beğenildiğini bilmeye ve aynı zamanda övülmeye çok ihtiyacı vardır; ihmal edilirse morali çabuk bozulur.

Onun size bağlandığı kadar, sizin de ona bağlı olduğunuzu bildiği sürece sadık kalacaktır, ama ilginizi kaybederseniz, duyguları incinir ve teselliyi başkalarında arayabilir.Dürüst, açıksözlü, merttir ve asla arkadan vurmaz ama aldatılırsa affetmez. Koç burcu gibi agresif değildir ancak gururu kırılırsa öfkesini kontrol edemeyebilir, feci şekilde patlayabilir ve saldırabilir. Bu patlamanın ardından hiçbir şey olmamış gibi davranacaktır zira Aslan insanı kin tutmaz ve bağışlayıcıdır.Aslan insanı güleryüzlü, neşeli ve eliaçıktır. Geniş bir arkadaş çevresi vardır. Gezmeyi, eğlenmeyi, gösterişli davetlerde ve pahalı restoranlarda boy göstermeye bayılır. Zevk için para harcamayı sever ve çoğunlukla harcamaları hesapsızdır. Lükse düşkündür. İstediklerini almak için büyük borçlara girebilir.

Gösterişli giyinebilir, gösterişli bir arabası ya da havalı bir sevgilisi olabilir. Pahalı zevkleri vardır ve para onu amacına ulaştıran bir araçtır. Savurgan olduğu için parayı elinde tutamaz. Kendine güvendiğinden gelecekten korkmaz ve para biriktirmeyi düşünmez.

OLGUNLAŞMAK


Artık eskisi gibi her haftasonu birileri ile dısarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran iliskiler, yeni tanısmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya basladım.
Iliskilerde tasarrufa gidiyorsun her seyde oldugu gibi ve gereksiz insanlari hayatindan atmak istiyorsun.
Yapmacik, inanmadan konusmak istemiyorum artık. Beni anlamayanlarla konusmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
Istedigime istedigimi deme özgürlügüne sahibim, elestirme hakkını olusturan yasamislık ve yeterli yas faktörü artik bende de var.
"Ben demistim" ,"ben bilirim","ben zaten anlamıstım", sendromunda olanlarla arkadasliklari bir kez daha sorguluyorsun.
İliskilerini sadelestirmeye baslayinca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun. Iyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum. Dostlar ihtiyaç oldugunda göçmen kuslar gibi sicaga uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayri düsenler kalıyor.
Zamanın ne kadar kıymetli oldugunu ögreniyorsun buralara kadar gelirken. Uzun düz otobanlardan oldugu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulasabilirsin hedeflerine. Kestirmeleri de ögrendim gide gele.
Bos geçen her saniye degerli artık. Daha yapılacak çok sey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana degilim.
Gerektiginde "HAYIR" demeyi ögrendim ve bu kelime basta karsındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor. Sevgiye önem vermek gerektigini, zamanı geldiginde elinde sadece sevginin kalacagını biliyorum.
Sevgi paylasildıkça olusuyor, olgunlasıyor. Aileme ve seçtigim tüm dostlarıma daha önce göstermedigim sevgi,anlayis ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu oldugu hatırlanıp anılıyor.
Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya basladılar. Verecegim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir sey ögrenilmiyor. Yasamıslıgın olusturdugu bir alçakgönüllülükle gülüyorum içimden sadece.
Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmis dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylasmalıyım. Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum. Modaya uymak adına popomun sıgmadıgı düsük bel pantolonlara sıgmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim. Ayıp, günah ya da ne derler korkuları çoktan geride kaldı .
Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hosuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken simdi zevk aldıgım mekanlar arasına giriyor. Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabilecegim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm olustu.
Sonra Sezen'in sarkısındaki gibi anneni daha sık düsünüyorsun ve hatta anlıyorsun. Iste bu yeni alısmaya baslanan ve giderek hosa giden yeni duruma olgunluk deniyor.
Yasamıslıgın, görmüslügün, geride kalmıs üflenmis dogum günü mumlarının bir sonucu kendiliginden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.
Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadıgına göre degisiyor bu olgunluk çagına ermek. Inanın bana hayattaki düsüsler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.
Kendi dünyanın küçüklügünü kesfetmek ve buna ragmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor. Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunlugu bulmasını diliyorum.

EĞER;

O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...
her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
Can Dündar O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor,
her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp,
hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu
bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü,
O'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O'ysa... her filmin kahramanı O...
her roman O'ndan söz ediyor, her çiçek O'nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez
özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın
O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme,
vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı,
bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,
sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.
Can Dündar

AŞKIN TARİFİNİ YAPABİLİR MİSİNİZ?




Peşinen söyleyeyim; ben yapamam. Ama “Yaşam” konulu bir site yapmaya çalışınca, yaşamın içinde ciddi yeri olan aşk konusuna da girmek gerekir diye düşünüyorum. Becerebildiğim kadar tabii.Dinliyoruz, duyuyoruz, yaşıyoruz ama ne olduğunu tam da tarif edemiyoruz aşkın. Aslında bir önceki cümlede gizli, tarif edemememizin cevabı. Yaşıyoruz. Yine de bir gariplik olmalı.

Yaşanan onca şeyin tarifi yapılırken aşkın tarifinin yapılamaması, yapılan tariflerin tam da karşılığını bulamaması ilginç geliyor insana. Onca işimizin arasında fırsat bulup düşündüğümüzde tabii. Sanki işimiz gücümüz varken aşkın olmaması mümkünmüş gibi.

Yüzyıllardır herkes konuşuyor, yazıyor.

- aşk; insanın içinde yaşattığı en güzel duygudur...

- aşk; kendini kaybetmektir

- aşk; önüne geçemediğimiz bir felakettir…

- aşk; tehlikedir…

- aşkı bulduğun anda onu kaybetme korkusudur…

- aşkı yaşarken yaşadıklarından ve yaptıklarından mantık aramamaktır.

- aşka inanan biri için vazgeçilmezliktir…

Daha ne tanımlar yapılmış. Okudukça insana sıkıntı basıyor, rahatlamayla birlikte. Yani hem sıkıntı hem rahatlık veren bir şey olsa gerek aradığımız tanım. Ama okudukça kafamız daha da karışıyor. En iyisi kendi beynimizin, yüreğimizin söyledikleri belki de.

Çok sık kullandığım bir cümle var. “ Gökyüzünün altında her şey eski” diye. Aşkı okudukça insanın bu cümleye daha sıkı bağlanası geliyor. Yüzyıllardır çözülemediğine ve her insanda aynı hisleri yarattığına göre “genel” olsa gerek. Oysa biz aşkın kişiye özel olduğunu hep düşündük. Okuduklarımız, duyduklarımız aşkın sadece bize özel olmadığını göstermiyor mu ? O zaman herkesin yaşadığı aşkı neden herkes hala anlamaya çalışıyor? Birileri geçmişte bulup çıkarmalıydı ne olduğunu. Öğretmeliydi tüm insanlığa. Ama o da yok. Herkes kendi anladığını yazıyor, konuşuyor, yaşıyor…Hem özel hem genel bir durum olsa gerek.Bu satırları okuyanlar benim ne kadar duygusuz olduğu düşünebilir. “Aşkın anlatımı, tarifi ancak bu kadar duygusuz olur” diye de kızabilir. İlk defa duygu kelimesini kullandığımın farkındayım bu arada. Bu da iyi bir şey yazının devamı için…

İnsan duygusu olmadan ayakta kalamaz. Gözlerinin içindeki fer sönmüş bir insan de hep ürkütür. Tüm kırgınlıklar, hüzünler, sıkıntılar, uyumsuzluklar, savaşlar… gözlerinin feri sönmüşlerin işi değil mi ? Duyguyla yaşamı birleştirenlerde farklı bir tat vardır, tanımasak bile bize yakın duran, kavgayı bilmeyen…Gülerek konuşan, hep yaşamın ortalarında kendince güçlü kalan, kimselerle görülecek hesabı olmayan….Duygudur tüm bu güzellikleri yaptıran insana. Duyguyla yaşayanlardır bu insanlar. Bu duygu aşk mıdır bilinmez ama aşkın getirdiği tüm iyi hisleri verirler karşı tarafa farkında olmadan, sessizce…Gözler yalansızdır, yürekler de. Beden yalan söyleyemez, dil söylese de. Belki “ gözler kalbin aynasıdır” şarkısı bunun için söylenmiş, yazılmıştır. Kim bilir? Belki aşkın tanımı da gözlerde gizlidir, bulabilene…

YAZAN :REYHAN GAZEL

SEVDİĞİM YAZI-GÖRÜNTÜNÜN ÖTESİ


GÖRÜNTÜNÜN ÖTESİ

Benim yüreğim küçücük bir kuşun kanatlarında uçup dağlara, tepelere, evlere hatta evlerin içine ulaştığı gün gözlerimi kapatabilirim. Kuşlar kadar özgür, dağlar kadar dimdik, ırmaklar kadar değişken, denizler kadar engin... Ya insanlar…. “İnsan” kadar derin… yüreğim ancak kuşun kanatlarında savrulabilir tüm yaşama.

“ Eğer tohumlar kadar ortadaysan kuşlar yer” cümlesi bile ne tohumun ne kuşların yaşamdaki doğru yerini tam karşılayamıyor. Yaşamı var eden tohumların açıkta olmaması/ olması kuşların devamı için gereklidir tezi bile tam anlatamıyor devinimi. Belki daha iyi anlayabilmek için yaşamın derinlerinde, görüntünün ötesinde bir yerlerde gezinmek gerekiyor. Bir böceğin kanat çırpışı, bir insanın başkaları için giyinmesi, evlerin bir çırpıda yıkılabilmesi, dalgaların insan boyunu aşması, bir mağdurun yardım beklemesi, yumruk yumruğa kavgalar… nerde başlar nerde biter? Devinim burada yazılanlar mıdır? Gökyüzünün altında her şeyin eski olması devinime karşı bir tez oluşturmaz mı ? Ama gökyüzünün altında her şey eski değil mi? O zaman devinim içinde olan ne ki?

İnsanın beyninin çok küçük bir bölümü ile yaşadığını bilimden çok uzak yaşayanlar bile biliyorken, bilincin dışında kalan ve gerçek yaşamın saklı olduğu bilinç dışı/ altı neden hala gizleniyor bizlerde? Ya da neden gizliyoruz kendi ellerimizle? Asıl yaşam enerjimizi veren kullanamadığımız beynin alt!! tarafı ne zaman işe yarayacak yaşamı daha iyi okuyabilmek için? “ Nedensiz bir davranış olmaz” kabülü tüm psikoloji tarihinin temel kabulüyken nedeni bilinmeyen tüm davranışlarımızın gerçek nedenlerini neden aramayız gizli kalmış bölgelerde? “Bir bulsam neden mutsuz olduğumu, aslında mutsuz olmam için neden yok ki “ diyen diller hala neden farkına varamaz mutluluğun geldiği yerin insanın tohumlarının atıldığı bilinç dışı/ altı olduğunu. Öğretmezler desek öğretiyor yaşam aslında. O zaman başa dönelim; benim yüreğim küçücük bir kuşun kanatlarında uçup dağlara, tepelere, evlere hatta evlerin içine ulaştığı gün gözlerimi kapatabilirim. Kuşlar kadar özgür….denizler kadar engin…. Burada bile devinim olması ilginç.

Gördüklerimizle yaşamak yani yaşamı yaşayamamak, yaşamın çıkış noktalarını kavrayamamak belki de bir eğitim sorunu. “İnsan” eğitimi sorunu. Oğlumun kullanamadığı elini taklit ederek , başka öğrencilere kötü örnek oluyor diye okuldan atan müdürün temel sorunu. Yaşamın tohumlarını görememek öncelikle “insan” eğitenlerin temel sorunu. Burada bile devinim karşımızda. Böyle gelmiş böyle gider… Gider mi dersiniz?Yine başa dönelim; benim yüreğim küçücük bir kuşun kanatlarında uçup dağlara, tepelere, evlere hatta evlerin içine ulaştığı gün gözlerimi kapatabilirim. Yani biten yok, gözlerimi hala kapatmadığıma göre… Bir insanın sadece kıyafetleriyle “ kaliteli” olmasının ise oğlumun müdürü tarafından algılanış durumundan farkı yok aslında. Görüntünün ötesine geçebilmek için biraz daha “insan” ı öğrenmek gerekiyor. Önce “ insanın” yine “insan olarak kendisinden” başlaması şartıyla.

Yürekler yanılmaz, gördüklerimizin yanıltıcılığına karşı. Yüreklerimizle, bilinç dışı/ altımızla görüyorsak yanılmanın kelimesi bile okunmaz yargılarımızda. Yargılama hakkımız varmış gibi davrandığımızda elbette. Bu hakkın kullanımını sorgulamak ise ayrı bir yazı konusu takdirlerinizle. Onu da yazarım, düşündüğüm gibi… Yaşadığım gibi…Yürekten kalın.

YAZAN: REYHAN GAZEL

ŞİİR- CAHİT SITKI TARANCI


OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Cahit Sıtkı TARANCI

EV İÇİN PRATİK BİLGİLER


Ev Için Pratik Bilgiler..



Vitrinlerde uzun süre duran kristal bardaklarınız için, en iyi temizleme yöntemi, karbonatlı su içinde biraz bekletip yıkamanızdır. İnce cam bardakları yıkamak için, aniden sıcak suyun altına koymanız, çatlamalarına neden olabilir. Ocağın üzerinde soğuk su dolu kabın içine koyup, suyun ısınmasını bekleyin. Daha sonra temizleyin. Böylelikle olası ihtimale karşı, çatlamalarını engellemiş olursunuz.

Kavanozların içindekiler bittikten sonra, sakın atmayın. Kareli veya çiçekli bir kumaş alarak, kapak altlarına örtü yapabilir ve oldukça gösterişli bir kavanoz setine, zaman içinde sahip olabilirsiniz. Şurup kutularının içinden çıkan kaşıklar, baharatlarınız için ideal ölçü kaşıkları olabilir.


Bayat ekmekleri elinizle un ufak edip, buzdolabı poşetinin içine biraz tuz serperek koyunuz. Derin dondurucunuzda uzun süre kalabilir. Köfte yapacağınız zaman ekmeğiniz hazır olacaktır.
Duvardan duvara halı kaplı bir eviniz varsa, leke olduğu zaman kesinlikle kendiniz silmeye çalışmayın. Özel yıkama makinanız yoksa veya özel leke çıkartma ilacınız, başınız daha büyük derde girecek ve leke yayılacaktır.


Aile büyüklerinizden eski resimleri alıp, güzel çerçevelerde kullanabilirsiniz. Hafif sararmış, eskimiş resimler, şimdi salonları süslüyor ve anılarımızı canlandırıyor.
Resim çektireceğiniz zaman, siyah-beyaz çektirip, küçük çerçevelere yerleştirebilirsiniz. Daha sade ve hoş duracaktır.


Sandıklarınızı; sehpa, kitaplık, bar ve daha bir çok amaçlı kullanacağınızı unutmayın. Eskimiş ve yıpranmış olmaları, sizi bu düşünceden vazgeçirmesin. Verniklenir veya patine boya ile değişik bir hale getirilir.


Bitmeye yüz tutmuş bazı mumlarınızı benmari usulü ile eritip, değişik renklerde mumlar yapabilirsiniz.


Sinmiş balık veya sigara kokularından, tütsülerle kurtulabilirsiniz. Hem koku gidecek, hem de mistik bir atmosfer sağlayacaksınız. Alışık değilseniz, ağır kokulu tütsülerden kaçınmalısınız.
Banyonuzda yarım kalan veya bitmeye yüz tutmuş hoş kokulu sabunlarınızı, bıçak yardımı ile veya rendeleyerek ayrı bir kapta tutabilirsiniz. Görüntüsü hoş olacak ve güzel bir koku banyonuzdan yayılacaktır.


İster havlu, ister masa örtülerinizi canlandırın. Kenarlarına dantel örün veya hazır satılan dantel kenarlardan alıp diktirin.


Aynı renkten değil, uyumlu renklerden evinizde ufak değişiklikler yapın.
Ara sıra eskicileri gezin. Hiç ummadığınız, ama hoşunuza gidecek bir obje karşınıza çıkabilir. Fırsatı kaçırmadan değerlendirebilirsiniz.